12 Nisan 2012 Perşembe

TÜRKÇEMİZİ KORUYALIM

Türkçenin Güzel Kullanımı İle İlgili Yazı

Öncelikle cevap vermemiz gereken soru "Dilimizi niçin doğru kullanmalıyız?" sorusudur.

Dil, ekmek gibi, su gibi günlük hayatımızın içindedir ve soluduğumuz hava gibi bizi sarar, bundan dolayı onun varlığını hemen hemen hissetmeyiz. Gerçekten dil, üzerinde yaşadığımız toprak gibi ürünlerini sessizce bize sunar ve bizler bu sonsuz bahçenin meyvelerini sadece toplarız. Aslında dile, insanlığın en büyük buluşu oduğu için daha fazla ilgi göstermemiz gerektiği kanısındayım. Çünkü insanlarla, düşüncelerle, nesnelerle aramızdaki en önemli iletken dildir. İnsanları, düşünceleri, nesneleri biz, dilin aracılığıyla kavrarız, dil aracılığıyla kendimizi ifade ederiz. İşte dilin önemi burada ortaya çıkıyor. Türkçemizi niçin doğru kullanmalıyız sorusunun cevabı da buradadır. Dil bir iletken olarak iyi bir iletken midir, kötü bir iletken midir sorusuna şu cevabı vereceğiz: Bu, bize bağlıdır. Dili doğru kullandığımızda o iyi bir iletkendir, yanlış kullandığımızda ise kötü bir iletkendir. Biz dili ne kadar iyi tanıyor, dili ne kadar iyi kullanıyorsak iletişimimiz o kadar iyi olacaktır. Dil bizi başkalarına, başkalarını ve başka nesneleri bize yansıtan bir prizmadır. Dili doğru kullanmak ve doğru anlamak bu prizmayı mükemmeleştirmek demektir. Kullandığımız çağdaş araçlardaki göstergelerin, ekranların, ibrelerin bir an için bozuk olduğunu düşünelim. Bu bir felakettir. Fakat bir toplum için ondan daha büyük bir felaket vardır ki o da insanlar arasında, bir iş bölümü içinde görev alan kişiler arasında, fikir ve görüş alış verişinde bulunanlar arasında dil prizmasının görevini tam yapamamasıdır. Düşüncelerimizin anlaşılmasını istiyorsak, bunun en kestirme yolu dile hakim olmaktır.

Dil üzerinde düşünür ve dili bir düşünce odağı gibi kabul ederseniz dilin düşünce hayatınızı zenginleştireceğini göreceksiniz. Dil düşüncenin evidir; binlerce yıllık insan zekası kelimelerde, deyimlerde, ifade kalıplarında gizlidir. İnsanlık tarafından bilgilerimizi depolamak için kullanılan ilk araç dil olmuştur. Bugün aynı işi daha sisistemli yapması için bilgisayarı yarattık. Buna rağmen, günümüz için söylüyorum, dile yüklenmiş bilgi, bilgisayarlarımıza yüklenmiş bilgiden fazladır. Dil, bilgisayarlardan fazla olarak bilgilerin sadece yüklendiği yer değildir, aynı zamanda bilginin üretim alanıdır. Kısaca belirtmek istediğim şey, dilin düşüncelerimizi yansıtan bir araç olduğu gibi düşüncelerimizi geliştiren bir alan olduğudur. Basit bir örnek verelim: Bir insanın bildiği kelime sayısıyla, düşünce zenginliği doğru orantılıdır. Bildiğimiz kelime sayısı ne kadar fazlaysa düşünce alanımız da o kadar geniştir. İlk bakışta bu düşünce pek doğru görünmese de olgular incelendiğinde doğruluğu ortaya çıkmaktadır. Rönesans dönemi bilgin ve ressamları perspektif kavramını yaratmasalardı, gözümüzle görmemize rağmen önümüzde uzayan ağaçlı yolun bir perspektif yarattığını göremiyecek ve ilk çağların insanları gibi ağaçları resmimizde aynı boyda çizecektik. Rönesans bilgin ve ressamlarının gözlemini bize ulaştıran şey "perspektif" kelimesidir.

Dil üzerinde derin bir düşünce geliştirmeden doğru düşünmemiz mümkün değildir. İnsanlar nesneler vasıtasıyla değil kelimeler aracılığıyla düşünür. Bundan dolayı düşüncenin iki aletinin olduğunu söyleyebiliriz: Bunlardan birincisi dil, diğeri mantıktır. Bilimlerin sunduğu bütün bilgiler bize sadece iki kaynaktan gelir: 1) Dil üzerinde düşünmekten, 2) Doğayı incelemekten. İşin ilgi çekici yanı doğadan gelen bilgilerin de dil kalıbına döküldükten sonra bize ulaşıyor olmasıdır. Anlaşılmak, mesleğimizde başarı elde etmek, yaratıcı olmak, yaradılışımızdan getirdiğimiz ve sadece kendimize ait olan yeteneklerimizi yurdumuzun ve insanlığın hizmetine sunmak istiyorsak işe dilimize ilgi göstermekle başlayabiliriz.

Dil, soyut bir sistemdir, buna karşılık onun kişisel kullanımı olan söz ve yazı somuttur. Çağdaş dil bilimi, sözün altında yatan soyut bir dil sistemi olduğunu ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Batılılar, dil biliminin bu keşfinden sonra okullarında gramer bilgilerinin yanında öğrencilerin dillerini daha yetkinlikle kullanabilmelerini sağlamak amacıyla çağdaş dil bilimiyle, göstergebilimiyle birlikte dil sistemiyle ilgili bilgiler de vermeye başladılar. Dilin oluşturduğu bu sistemi tanımak bizlere dili daha derinden kavrama ve daha başarılı kullanma olanakları kazandırmaktadır. Dilin nasıl bir sistem oluşturduğunu birkaç örnekle açıklamaya çalışacağım. Ayrıca Türkçemizin sistematik yapısını bir iki küçük örnekle anlatacağım.

Her dil, farklı bir dünya görüşünü yansıtır. İngilizce, Türkçe, Fransızca dünyayı farklı biçimde algılar. Bu algılama farkı aynı nesneleri adlandıran kelimelerin farklı anlamlar taşıması sonucunu doğurur. Türkçe yürek, arapça kâlp, Fransızca “coeur”, kelimelerinin anlamları aynıdır, ancak kapladıkları anlam alanı yönünden dilsel değerleri farklıdır. Bu olguya somut bir örnek verelim:

Gökkuşağı, somut bir gerçeklik alanıdır. Bize değişmeyen bir ışık tayfı sunar. Bu tayfta yer alan renkler meselâ Türk dili tarafından yediye bölünerek, bir Bantu dili tarafından üçe bölünerek adlandırılmaktadır. Bu durumda bir rengin değeri, yani gerçeklik alanı Türk dilinde I/7, Bantu dilinde 1/3'tür. Yani gök kuşağındaki renkleri yedi kelimeyle karşılayan Türkçede bir kelimenin payına düşen gerçeklik alanı daha küçük, gök kuşağındaki renkleri üç kelimeyle karşılayan Bantu dilinde bir kelimenin payına düşen gerçeklik alanı daha büyüktür. Bunun manası şudur: Bir kelimenin geniş bir anlama gelmesini bir dilin zenginliği olarak düşünüyorsanız, Bantu dilindeki renk adları anlam yönünden daha zengindir. Ancak, düşündüğümüzün aksine bir dilde bir kelime anlam yönünden ne kadar dar bir gerçeklik alanını dile getiriyorsa o dilin anlatma yeteneği o kadar gelişmiştir.

Her dilde kelimelerin farklı değerlerde olması tercüme konusunu yakından ilgilendirmektedir. Kelimelerin değer farklılığı hiçbir dilden hiçbir dile tam tercüme yapılamaması sonucunu doğurmaktadır. En iyi yapılmış tercümelerde bile konusuna göre az veya çok daima bir kayıp söz konusudur. Yurdumuz göz önünde bulundurulduğunda çağın bilgilerini edinmek için tercüme çalışmaları çok büyük bir öneme sahiptir. Ancak bu tercümeler, biraz önce sözünü ettiğimiz kelimelerin değer farklılıkları göz önüne alınmadığından yapıldığından, yani Batı dillerindeki bilgiler Türk dil sistemi içinde anlatılamadığından edindiğimiz bilgiler noksan kalmakta, yurdumuzda gerçek bir bilim hayatı kurulamamaktadır. Daha önce dilin düşüncenin evi olduğunu söyledik. şimdi şunu ekleyelim: Düşünce ancak ve ancak anadilin bahçesinde çiçek açar. Bilimi Türkçede kuramıyorsak, ona sahip değiliz demektir. Her dilin kelimeleri farklı bir dünya algılaması yansıtır. Bu algılama tarzı dil sisteminin bir parçasıdır.


Türkçeye giren birçok yabancı sözcüğe karşı tepki geliştiren Türk Dil Kurumu ‘Yabancı Sözlere Karşılık Kılavuzu’ adlı bir sözlük yayımladı.
Maxicep.com - Türk Dil Kurumu (TDK) Yabancı Kelimelere Savaş AçtıSözlük, dilimize yerleşmiş ve içselleştirdiğimiz yabancı sözcüklere Türkçe karşılıklar bularak; bunları kullanmamızı öneriyor. Geçtiğimiz günlerde düzenlenen törenle sanal ortamda kullanıma sunulan kılavuz, alışkanlıklarımızı sarsacak nitelikte.
Günlük dilde kullanılan bir çok sözcüğün yabancı kökenli olması ve bu kelimelerin Türkçeymiş gibi kullanılması, TDK’nın eleştirdiği en çarpıcı nokta... Bu konuda vatandaşlar kadar medyaya da görev düştüğünü belirten kurum;’Yabancı sözcükler yerine onların, Türkçe karşılıklarını kullanmanın daha doğru ve Türk Dilini güçlendiren bir unsur olduğunu’ belirtiyor.
Sunumun ardından tanıtılan kılavuzdaki bazı kelimeler şöyle: Bypass - Köprüleme, Bilbord - Duyurumluk, Çip - Yonga, Dart - Oklama, kelimelerini öneren TDK, Duayen - Aksakal, Gurme - Tatbilir, Light - Yeğni, Prime Time - Altın Saatler’i öne çıkarıyor.
Kılavuzda öne çıkan diğer kelimeler ise şunlar:

Amblem - Belirtke
Anchorman - Ana Haber Sun.
Aspiratör - Emmeç
Banliyö - Yörekent
Ekspres - Özel Ulak
Eküri - Ahırdaş
Happy Hour - İndirim Saatleri
Kapora - Güvenmelik
Klip - Görümsetme
Lot - Tutam
Metro Seksüel - Bakımlı Erkek
Migren - Yarım Baş Ağrısı
Navigasyon - Yolbul
Ordövr - Yemekaltı
Panik - Ürkü
Raket - Vuraç
Reenkarnasyon - Ruh Göçü
Self-Servis - Seçal
Sürpriz - Şaşırtı
Terör - Yıldırı
Tirbuşon - Burgu
Tribün - Sekilik
Türbülans - Burgaç
Ultrason - Yansılanım
Voleybol - Uçan Top
Zapping - Geçgeç

Her geçen gün Türkçe’nin biraz daha yozlaştığını görüyoruz. Dilimizdeki yabancı kökenli sözcüklerin istilası artarak sürüyor. Aşağıda bunu temsil eden bir örnek vermek istiyorum. Bir erkeğin bir kadınla karşılaşınca verdiği tepki zamanla ne yönde şekillenmiş, birde bu açıdan bakın.
Yıl: 1965 Karşıma aniden çıkınca ziyadesiyle şaşakaldı. Nasıl bir eda takınacağıma hüküm veremedim, adeta vecde geldim. Buna mukabil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalade rahatlatan bir tebessüm vardı. Üstümü başımı toparladım, kendimden emin bir şekilde ‘akşam-ı şerifleriniz hayrolsun’ dedim.
Yıl: 1985 Karşıma aniden çıkınca fevkalade şaşırdım. Nitekim ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lakin kısa bir süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı. Üstüme çeki düzen verdim, kendimden emin bir sesle ‘hayırlı akşamlar’ dedim.
Yıl: 2010 Abi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yani. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fena göçeriz dedim, enjoy durumları yani. Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik… Sarıl oğlum dedim, bu manita senin. ‘Hav aryu yavrum?’
Yabancı kelimeler hayatımızın içine o kadar girmiş ki günümüzde, onları fark etmekte bile güçlük çekiyoruz. Lokanta, kafe, bar, market, mağaza, vb. gibi birçok yer yabancı isimler kullanmakta. Örneğin; alışveriş yapmak için shop-centerlere giriyoruz, biraz yorulduğumuzda bir cafeye oturup nescafemizi yudumluyoruz. Optimist günümüzdeysek bir yerlere takılmayı tercih ediyoruz. Evimize gittiğimizde televizyonda video - klipler izliyoruz, beğendiğimiz vj çıkmamışsa başka bir kanala zappingliyoruz. Bütün bu cümlelerde fark ettiniz mi bilmiyorum bir çok yabancı kelime var. Bu ve bunun gibi kelimeler Türkçenin kullanım gücünü azaltmakta, dili yabancılaştırmaktadır. Teknolojinin de hızla gelişmesiyle birlikte, dilde ki yabancılaşma artarak devam etmekte. Yeni bulunan icatların dilimizde tam karşılığının olmaması ve bu konuda yeterli çabanın gösterilmemesi, bu ürünleri olduğu gibi kabul etmemize ve benimsememize neden oluyor.
Görüldüğü gibi, yabancı sözcüklerin istilasına uğrayan dilimiz gün geçtikçe zayıflamakta ve asimile olmakta. Maalesef , yabancı sözcükleri olduğu gibi alıyor ve onları Türkçeleştirmek yerine zamanla onlarında Türkçe olduğunu zannederek dilimize yerleştiriyoruz. Bu durumu o kadar içselleştirmişiz ki yaptığımızın hata olduğunu dahi bilmiyoruz. İşte tamda bu noktada TDK’nin çıkardığı ‘Yabanı sözlere karşılık kılavuzu’ bize yol gösterebilecek önemli bir kaynak oluşturuyor.Bu kaynaktan yararlanıp yararlanmamak size kalmış tabi!


Türkçenin ses özellikleri

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Atla: kullan, ara
Bugün dilimizde kullandığımız sözcükler, Türkçe ve Türkçeleşmiş yabancı kökenli sözcükler biçiminde ikiye ayrılmaktadır. Türkçe, kendi ses düzenine yabancı asıllı sözcükleri uydurmaktadır.
Ses düzeni bakımından Öz Türkçe sözcüklerde görülen başlıca özellikler şunlardır:
1. Türkçe sözcüklerde ilk heceden sonraki hecelerde "o" ve "ö" ünlüleri bulunmaz: Doktor, horoz, motor, balon, maydanoz, koro, sigorta, kozmopolit gibi sözcükler öz Türkçe değildir.
2. Türkçe sözcüklerde "f, h, j" sesleri yoktur. Ancak yansıma sözcükleri bu kuralın dışındadır.
    • F = Fiil, fayda, faal, fakir, fasıl, misafir, insaf, saf, final gibi.
    • H = Hafta, haber, hüküm, hasır, hisar gibi.
    • J = Jandarma, jilet, jokey, baraj gibi. Öte yandan j'li sözcükleri dil kendine benzetir: candarma, cokey, baraş gibi.
Öte yandan Türkçede f ve h harfleri yalnızca ünlemlerde ve ses taklidine dayanan sözcüklerde görülür: fıkırdamak, fısıltı, fısır fısır, fokurdamak, hırıltı, hışır hışır, hışırtı, of, oh Öz Türkçedir. Bazı Türkçe sözcüklerdeki f'ler de aslında v'dir: övke-öfke, yuvka-yufka, uvak-ufak gibi.
3. Türkçe sözcüklerin başında c, ğ, l, m, n, r, v, z sesleri yansıma dışında bulunmaz: Cahil, can, cebir, lamba, lazım, leğen, mavi, nane, rapor, renk, rezil, rosto, ruh, vakum, vasıf, vazo, vezin, vize, zil. Bu sözcüklerden bazılarını dil kendine uydurmaya çalışır: ilazım, ileğen, ilimon, İramazan, irezil gibi.
Yansıma olan durumlar: melemek, mırıltı, mışıl mışıl, mışmak, miyav, ninni, vınlamak, vızır vızır gibi sözcükler Öz Türkçedir.
4. Türkçede sözcük sonunda b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz: hesab, kitab, tac gibi sözcükler yabancı kökenlidir. Dil, bunları kendine uydurur: hesap, kitap, taç gibi.
5. Türkçe sözcüklerde sona gelen ç, k, p, t ünsüzleri iki ünlü arasında kalınca yumuşarlar: çocuk-çocuğu, dolap-dolabı, genç-genci, sevinç-sevinci, tat-tadı, yurt-yurdu. Ancak tek heceli sözcükler yumuşamaz: aç-açık, ek-eki, iç-içim, ip-ipi, süt-sütü, top-topu gibi. Bunun dışında çok heceli yumuşamayan sözcük varsa büyük olasılıkla o Türkçe değildir: kaset-kasedi, sepet-sepeti [dil kendine uyumlandırmış].
6. Türkçe sözcüklerde bir hecede iki ünlü yan yana gelmez: aile, arkeolog, fuar, kaos, kuaför, matbaa, realizm, saat, ziraat gibi sözcükler dışardan gelmişlerdir.
7. Türkçe sözcüklerde başta birden fazla ünsüz bulunmaz: Fransa, kral, kraliçe, kravat, kreş, gram, granit, plan, slav, spor. Bazı sözcükleri dil kendine uydurmaya çalışır: İskandinav, İslav, İspanya, ispor gibi.
8. Türkçede sözcük köklerinde çift ünsüz bulunmaz: bakkal, hakkı, hisse, kıssa, millet, şeffaf, şiddet, zimmet gibi.
9. Türkçe sözcüklerde ikiz ünsüzlere ancak eklerin birleştiği yerlerde rastlanır: bıkkın, sessiz, yolluk, yuttum gibi.
10. Türkçe sözcük sonlarında belli çift ünsüzler bulunur:
    • lç, lk, lp, lt = ölç, kalk, kısalt
    • nç, nk, nt = sevinç, dinç, denk, ant
    • rç, rk, rp, rs, rt = Türk, sürç, sark, sarp, pars, ört,
    • st, şt = üst, hoşt gibi.

 KAYNAKLAR:

http://www.delinetciler.net

http://www.maxicep.com

http://tr.wikipedia.org

SAYGILARIMLA EMİRCAN GURBETÇİ

11 Nisan 2012 Çarşamba

SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ



İLK OLRAK TÜRKÇE DİLİ NASIL ORTAYA ÇIKMIŞTIR

Dilbilimle, dil konusuyla ilgili olalım olmayalım, hemen hepimiz zaman zaman kendi kendimize “Acaba dil nasıl doğmuştur, dünyada en eski dil hangisidir?” diye sormuşuzdur. Çok eskiden beri, pek çok kimsenin zihnini kurcalayan ve günümüze gelinceye kadar birçok araştırıcının üzerinde çaba harcadığı dilin doğuşu sorununun değişik yönleri, aydınlatılması gereken noktalan vardır:
— Acaba konuşan ilk insan ne zaman yaşamıştır; insan dilinin tarihi nereye kadar götürülebilir?
— tik konuşmalar ne biçimde gerçekleşmiş, anlaşma nasıl bir dille sağlanmıştır?
— Diller
tek bir kaynaktan mı, yoksa başka başka kaynaklardan mı türemiştir?… gibi.
Birbirleriyle yakından ilgili bu sorunların, bugün de kesinlikle aydınlatılabildiğini söyleyecek durumda değiliz. Ancak bugüne değin birtakım ilerlemeler olmuş, ilgi çekici yargılara varılmış, varsayımlar ileri sürülmüştür. Biz, bütün bunların aydınlatabildikleri noktaları, kabul edilebilecek yönlerini belirteceğiz.
Şurasını özellikle belli etmek gereklidir ki, konumuzun kesinlikle açıklığa kavuşmasını güçleştiren, hatta bunu zaman zaman olanak dışı bir duruma getiren gerçeklerden biri, yazıma ve elimizdeki en eski yazılı  belgelerin, çok yeni bir evreye ait olması, insanlık tarihinin ancak çok yakın bir evresini aydınlatabilecek durumda bulunmasıdır, örneğin en eski belgeler sayılan, Sümercenin yazılı metinleri, bundan ancak 5500 yıl öncesine kadar uzanmakta, Türkçenin en eski ürünleri -bir çok dilden daha eski olmalarına karşın- ancak M.S. VII.-VIII. yüzyıla kadar gitmektedir. Halbuki yapılan en son araştırmalar, ilk insanların bundan 1 milyon yıl kadar önce yaşadıklarını ortaya koymaktadır.

ŞİMDİDE TÜRKÇENİN TARİHİ GELİŞİMİ

Altay dil teorisini kabul edenler için. Kuzey Buz Denizi’nden Basra Körfezi’ne, Kuzeydoğu Asya’dan Doğu Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir alanda konuşulan Türk dili, bu dili konuşanların sayısı, yazılı metinlerinin eskiliği ve çokluğu bakımından Altay dilleri arasında en önemlisidir. Bugüne kadarki bilgiler ışığında, Türk dilinin tarihlendirilmiş en eski yazıtı, VII. yy’a ait Çoyren (Çoyr, 688-692) yazıtıdır. Başka bir deyişle, Türk yazı dilinin ilk örnekleri VII. yy’a aittir. Çoyren yazıtı, Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk yazıtları gibi mezar taşı olarak dikilmiştir.
Köktürk Kağanlığına bağlı bir kişinin, II. Köktürk Kağanlığını kuran Ilteriş’e katıldığını anlatan bu yazıt, sadece 6 satırdan ibarettir. Orhun yazıtlarının yazıldığı alfabe ile hâkkedilmiştir (taşa kazınmıştır). Dilimizin ve tarihimizin en önemli belgeleri olan Orhun yazıtları (Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk yazıtı), Çoyren yazıtından yaklaşık 40 yıl sonra yazılmaya başlanmıştır. Burada olduğu gibi, her ne kadar en eski yazıt olarak Çoyren yazıtı gösterilse de Orhun yazıtları Türk dilinin en eski belgeleri olarak değerlendirilir. Bunun nedeni bu yazıtlardaki metinlerin anlaşılabilecek uzunlukta olması, yani Köktürk harfleriyle yazılmış pek çok taşta olduğu gibi silinti ve tahribatın çok fazla olmamasıdır.
Moğol dilinin en eski yazılı belgesi, 1225 tarihli Yesünke Taşı’dır. Moğolların en önemli belgesi olan Moğolların Gizli Tarihi ise 1240 yılına aittir. Bu eseri Ahmet Temir, 1948 yılında Türkiye Türkçesine aktarmıştır.
Tunguzcanın en eski yazılı belgesi bugün artık ölü diller arasında sayılan Çuçen diline aittir. Bu belgelerden ilki 1413, ikincisi 1433′ten kalmadır. Tunguzca içinde en çok Mançular hakkında bilgi sahibiyiz. Mançuca belgelerin en eskileri ise XVI. yy’a aittir.Korecenin çok ufak parçalara yazılı olan ilk belgeleri ise 1443′ten başlamaktadır. Altay dilleri arasına çok geç dahil edilen ve bu sebeple Altay dil birliği üyesi olarak “belki” ihtiyatı konularak gösterilen Japoncanın en eski yazılı belgesi ise 712 yılına aittir.
Yukarıda görüldüğü üzere Türk dili Altay dilleri arasında yazı dili kimliğini kazanmış en eski dildir. Dil dönemlendirmeleri, o dili konuşanlar tarafından yapılmaz. Çok daha sonraları o dille uğraşan dilbilimciler tarafından yapılır. O yüzden bazen birbiriyle örtüşmeyen değerlendirmelere rastlanabilir veya bir dönem için geçerli olan bir görüş daha sonra eskiyebilir; yerini yenilerine bırakmak zorunda kalabilir.






Bir dilin çıkış noktasındaki ya da tanıklayamadığımız dönemlerindeki durumuna ilişkin olarak ancak bazı metotlar, özellikle rekonstrüksiyon (=yeniden kurma, yeniden oluşturma) metodunu kullanarak fikir sahibi olabiliriz. Bunu da dilin işleyiş mekanizmasını tespit etmek suretiyle yapabiliyoruz. Bir dili, sadece o dili konuşanlara ve dilin iç faktörlerine dayanarak sıınıflandıramayız.. Türk dili, yazılı metinlere sahip olmadan önce de çok uzun zaman kullanılmıştır. Dilbilimciler, dilin akışı içindeki karakteristikleri belirleyerek yazılı olmayan Türkçenin özellikleri hakkında da bazı fikirler öne sürebilir.
Ana Altayca Dönemi
Türk dilinin tarihinde en erken dönem “Altay Dil Birliği” dönemidir; yani Türk, Moğol, Tunguz, Kore dilleri ve belki Japon dilinin ortak olduğu dönem. Bu ortak dil döneminde mahallî farklılıkların alt gruplar oluşturduğunu varsaymalıyız; yani Korelilerin, Türklerin, Moğolların ve Tunguzların atalarının, bu ortak dil döneminde birbirinden farklı, yani birinden öbürüne farklılıklar gösterebilen ortak dilin (=Ana Altayca) varyantlarına (=çeşitleme) sahip olduğunu düşünmek zorundayız. Bu dönemde mahallî farklılıkların oluşturduğu ağızlar, dil seviyesinde düşünülmelidir.
Ortak coğrafya içindeki bölgesel dağılımlar, daha o dönemde bu farklılaşmanın ortaya çıkmasındaki bir faktördür; tıpkı bugün Türkiye dil alanı üzerinde farklı ağızların olması gibi. Ana Altayca döneminde Türk soyluların, Türk ağzını konuşanların diğerlerinden iyice ayrılıp Türk dilinin bağımsız bir dil olması konumuz açısından önemlidir.
İlk Türkçe Dönemi
Altay Dil Teorisi“ni, yani bu dillerin genetik akrabalığını kabul etmeyenler için Türk dilinin dönemlendirilmesindeki ilk evre, 5000 yıllık geçmişi olan İlk Türkçe (=Erken En Eski Türkçe) dönemidir. Altay dil birliğini kabul edenler için ise bu dönemde Türk dili, Ana Altaycadan ayrılmış ve bağımsız bir dil olarak gelişmeye başlamıştır. Bu dönemin başlangıcı için kesin bir zaman verilmemekle birlikte M.Ö. 35O0′lü yıllardan milat sıralarına kadarki süreç gösterilir.
Bu dönem, Çuvaşça dahil bütün Türk dillerinin ata dönemidir, ön Türkçe döneminde r, z ve ş denklikleri sebebiyle daha sonra ortaya çıkacak olan ayrışma henüz olmamıştır. Dönemin en önemli Özelliği -daha sonra r ve z’ye gelişecek olan -f ve -daha sonra z ve ş’ye gelişecek olan-t fonemlerinin bulunmasıdır. Bu rekonstrüksiyon, Türkçe ve Çuvaşça arasındaki denklik sayesinde yapılabilmiştir.
İlk Türkçe döneminde ogux şeklinde konuşanlar vardır. Daha sonraki Ana Türkçe döneminde Türk dili, ogur şeklinde x değişkeninin r’li konuşurları ile oğuz şeklinde x değişkeninin z’li konuşurları olarak, yani Ana Çuvaşça ve Ana Türkçe diye ayrılmıştır. Çuvaşça dışında bütün Türk dil ve diyalektleri Ana Türkçe; Çuvaşça ise Ana Çuvaşçadan gelişmiştir. Böylece Türk dil ve diyalektlerini gruplandırma çalışmasını yaparken kullanacağımız en önemli ölçüt, Tü. z = Çu. r denkliği ile ortaya konulmuş oldu.
Ana Türkçe ve Ana Çuvaşça Dönemi
Ana Türkçe (=Geç En Eski Türkçe) ve Ana Çuvaşça dönemi, miladın ilk yıllarından Türk dilli ilk yazılı belgelerin bulunuşuna kadarki dönemi kapsamaktadır. Tarihte Türk asıllı oldukları bilinen Hun, Avar, Peçenek, Bulgar gibi boylardan kalan, tarihî kaynaklarda geçen boy, hükümdar ve yer adlarının Türkçe ile ilgili olması, bu dönemin tanıklardır. Bu adların geçtiği kaynaklar doğrudan Türkçe yazılmış kaynaklar olmayıp Çin ve Bizans kronikleri ve Bulgarlardan kalmış listelerdir.Bu dönem adından anlaşılacağı üzere Ana Türkçe ve Ana Çuvaşça dönemi olmak üzere iki dönemi içermektedir.
R’li konuşurların dili olan Ana Çuvaşça (Ana Bulgarca) dönemi, söz konusu yüzyıllar içerisinde Karadeniz’in kuzeyinde ve Kuzey Kafkasya’da yaşamış olan Bulgar Türklerinden kalan belgeleri içine alır.R’li konuşurlar; yani bugünkü Çuvaşların ataları hakkında Bizans kaynakları bilgi vermektedir. Bizans kaynaklarındaki Türkçe malzeme bir Macar bilgini olan Moravcsik tarafından işlenmiştir (Bizantino Turcica I, II, Berlin 1958). Bizans kaynaklan, r’li konuşurlara Ogur dışında On Ogur adının da verildiğini haber verir. Ayrıca böyle konuşanlar, Atilla’nın Hunlarının kalıntıları olarak tanıtılır.
Z’li konuşurların dili olan Ana Türkçe dönemi ise Çuvaşça dışında bütün Türk dillerini kapsar. Bu tip konuşurlar hakkında ilk bilgileri Çin kaynaklarından temin edebiliyoruz. İlk yazılı belgelerimiz olan Orhun Yazıtlarında z’li bir dil kullanıldığı görülür. Biz, bugün yazılı dil tarihimizden söz ederken z’li konuşanların dil tarihinden söz ederiz.
Bizans kaynaklarında, VI. yy’ın ortalarında On Ogur Bulgarlarının diline çevrildiği söylenen İncil bugün elimizde olsa idi, o zaman Ogur grubunun dil özellikleri hakkında söyleyecek bir hayli sözümüz olurdu.
Diğer taraftan z’li konuşurlar için Çin kaynakları VI. yy’da, yani bugün için Türk diliyle yazılmış bilinen hiçbir belgenin bulunmadığı I. Köktürk Kağanlığı (552-630) döneminde, birtakım Budist ‘sutra’ların (-Nirvanasulra) Türkçeye çevrildiğini haber veriyor. Bu sutraların da ele geçmesi durumunda Türk dilinin bir basamak gerisi hakkında daha çok bilgimi/olurdu.
Bizans kaynakları, daha sonra an İ alacağı m iz gibi, Oğuz grubuna girenlerin Bizans’la olan ilişkilerini de anlatmaktadır. 1. Köktürk Kağanlığı’nın Batı kanadından sorumlu olan İşlemi Kağan’ın Doğu Roma İmparatorluğuma bir elçilik heyeti gönderdiğini Bizans kaynaklan kaydeder. Bu elçilik heyetinin basında Sogd menseli biri vardır ve bu kişi İşlemi Kağan’ın mektubunu Bizans imparatoruna sunar. Bizans kaynaklarında, sunulan mektuptaki yazının İskit harflerine benzediği söylenir. Söz konusu mektubun bugüne kadar bulunmayan ve bilinmeyen İskit alfabesi ile gönderilmiş olduğunun söylenmesi, başka bir durumu anlatıyor olsa gerektir. Bundan da, z tipli konuşurların, 1. Köktürk Devleti zamanında dış (diplomatik) yazışmalarım gerçekleştirmek üzere, Türkçe olup olmadığım bilmediğimiz bir yazı sistemi kurmuş oldukları anlaşılmalıdır. Bu, bizim dilimizin tarihi için önemlidir.
ORHUN (KÖKTÜRK) VE UYGUR TÜRKÇELERİNİN DE İÇİNDE BULUNDUĞU ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİ VE SONRASI
Türkologlar tarafından Türk dili, ilk yazılı Ürünlerden başlayarak üç dönemde ele alınıp incelenmiştir. Bu dönemler genelde şu adlandırma ile verilir;
1. Eski Türkçe
2. Orta Türkçe
3. Yeni Türkçe
Eski Türkçe Dönemi (V1I.-XIII. yy):
Köktürk, Uygur ve Karahanlı Türkçeleri’dir. Bugünkü bilgilerimiz ışığında Eski Türkçe dönemi, Türk yazı dili tarihinin başlangıç noktasıdır. Bu dönem, Türk dilinin yazılı ürünler vermeye başladığı ilk dönemdir. Başka bir deyişle, Eski Türkçe dönemi öncesinde Türkler tarafından yazıya geçmiş, Türk diliyle yazılmış herhangi bir belge bulunmamaktadır.
Eski Türkçe döneminin başlangıç aşaması Köktürkçedir. Köktürkçe, ‘Türk‘ adının Türklere ait tarihi kaynaklarda ilk olarak geçtiği, Türkçenin ilk yazılı kaynaklarının bulunduğu ve Türkçenin yapısını gerçek bilgilerle tespit edebildiğimiz ilk dönemdir.
Eski Türkçe dönemi, Türk dilinin yazıya geçirildiği Köktürkçe (Orhun Türkçesi), Uygurca ve Karahanlı yazı dillerini (V1T-XIII yy) kapsar. XIII. yy’a kadar Türk dünyasının doğu kolunda iki ayrı bölgede iki ayrı yazı dili oluşmuştur. Bunlardan biri Ötüken’de ve daha sonra Doğu Türkistan’daki Tarım Bölgesi’nde kullanılan Köktürkçe ile Uygurca, diğeri de Kaşgar’da ortaya çıkan Karahanlı Türkçesidir. Uygur ve Karahanlı Türkçeleri birbirinin devamı olmakla beraber yan yana iki ayrı medeniyeti temsil ederek ürünlerini vermişlerdir.
Türk dili, bu dönemde, bu uç yazı dili dışında henüz farklı bir yazı dili oluşturmamıştır. Elimizdeki veriler, farklı bir Türk yazı dili olan ve ‘Eski Oğuz Türkçesi’ adı verilen yazı dilinin ilk metinlerinin XIII. yy’a ait olduğunu sergilemektedir. XIII. yy ise ‘Orta Türkçe’ adlı yeni bir dönemin başlangıcıdır.
Bu uç yazı dili arasında doğal olarak bazı dilbilgisel farklar bulunur. Köktürk ve Uygur Türkçeleri ile Karahanlı Türkçesi arasındaki farklar, bağlı oldukları kültür daireleri ile değişik Türk boylarına ail ağız farklılıklarının ortaya çıkardığı seslik, biçimlik ve söz dağarcığı farklılıklarından öte değildir. Tabiî ki bunda coğrafya ve zaman faktörleri de etkili olmuştur. Bu farklar, Köktürkçe ve Uygurca arasında bulunduğu gibi Köktürk alfabesiyle yazılmış üç büyük yazıt arasında da vardır.
Eski Türkçe dönemi içerisinde yer alan Karahanlı Türkçesindeki -diğer yazı dilleri olan Köktürk ve Uygur Türkçelerine oranla- en köklü değişiklik, resmî din olarak kabul edilen İslimiydin etkisiyle Arap alfabesinin, başka bir deyişle Kur’an yazısının kullanılmaya başlanmasıdır; ancak Türkler alfabe ve din konusunda özellikle Eski Türkçe dönemi boyunca hiçbir zaman tutucu olmamışlardır. 762 yılında, Uygur hükümdarı Bögü Kağan (759-780) zamanında da Mani dininin resmen kabulü ile Uygur alfabesinden farklı bir alfabe olan Mamhey alfabesi kullanılmıştı.
Kısacası kabul edilen dinin alfabesini kullanmış olmak, o alfabe ile okuyup-yazmak, bir dili dönemlendirirken yeni bir dönemin başlatılması için yeterli sebep değildir.
İlk Dönemlendirme Çalışmalarında “Eski Türkçe”
Eski Türkçe dönemi başlangıçta, VI. ve X. yy’lar arası, yani Köktürkçe ve Uygurca için kullanılmıştı. Hatta kronolojik kaygı güdülmeden Uygurcanın İslâm! dönemde vermiş olduğu eserler de Eski Türkçe kapsamında değerlendirilmişti. Türk dilinin tarihî temellere dayanan dönemlendirmesi hakkındaki ilk çalışmalar, 1936 yılında K. Grenbech ile başlar. Aslında bu konuda Aleksandr Nikolayeviç Samoyloviç’in 1928 yılında yaptığı bir çalışma da vardır. Bu çalışma Abdulkadir ban (1889-1976) tarafından “Orta Asya Edebî Dili Tarihine Dair” adıyla Türkiye Türkçesine çevrilmiştir. Çalışmada, İslâmiyet! kabul ettikten sonraki Orta Asya, yani Türk dünyasının doğu kolundaki yazı dilleri yer almaktadır. Samoyloviç’in söz konusu etliğimiz makalesi, Türk dilinin tarihî dönemlere ayrılmasında Harezm Türkçesine yer vermesi bakımından önemlidir.
Granbech (1873-1948), çalışmasında Türk dilini, yazılı ürünler vermeye başladığı Orhun Türkçesinden başlayarak üç döneme ayırmıştır:
1. Eski Türkçe: Orhun (Köktürk), Uygur.
2. Orta Türkçe: Kaşgar (Karahanlı), Çağatay, Kuman, Eski Osmanlı.
3. Yenş Türkçe:
a. Güney Türkçesi: Osmanlı, Azeri, Türkmen.
b. Ban Türkistan lehçeleri: Özbek, Hive.
c. Doğu Türkçesi: Kaşgar, Kuca, Turfan, Komul, Tarançi.
d. Kuzey Türkçesi: Koytal, Altay, Abakan, Soyan, Uryanhay.
e. Kıpçak Türkçesi: Kırgız, Volga lehçeleri (Kazan vb.), Başkurt, Karayım.
Yani, Orhun Türkçesi ilk dönemin başlangıç yazı dili olmuştur. Bu iki araştırmacının çalışmalarında Eski Türkçe adı verilen dönemin içinde yer alan bir Türk yazı dili de Uygur Türkçesidir.
Granbech, Eski Türkçe döneminden sonra gelen Orta Türkçe dönemini Karahanli Türkçesi ile başlatmış ve bu dönemi de bugünkü Türk dillerinin ortaya çıktığı döneme, yani XX. yy başlarına kadar getirmiştir.
Türk dilinin dön e inlendirme çalışmalarından bir diğeri de Louis Ligeti (1902-1987)’ye aittir. “Çin Yazısiyle Yazılmış Barbar Olossalan Meselesi” adıyla Türkiye Türkçesine çevrilen ya/ı da bu konuda yazılmış ilk çalışmalardan biridir (Çeviren: Hasan Eren, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, IX/3 Eylül, Ankara 1951, s. 301-327). Bu yazıda Ligeti, Türk yazı dilinin başlangıcını 6. yy olarak verir. Ligeti’nin dönemlendirmesi ise şöyledir:
1. Eski Türkçe (VI-IX. vvl: Kökıürkçe ve Uygurca devri. Eski Kırgızca da belki buraya dahil edilebilir. Het üç dil Eski Türkçenin özelliklerini taşır.
2. Orta Türkçe (X-XV. w):
a. Mani ve Buda tercümeleri ile Uygur yazı dilinin kuruluş devri.
b. Çağatay yazı dili devri.
c. Kıpçak ve Oğuz dil yadigârları devri,
3. Yeni Türkçe: XVI. asırdan itibaren, bugünkü Türkçenin kuruluş devri.
Ligeti’nin yapmış olduğu dönemlendirmede ilk dikkati çeken özellik, kronolojik kaygının güdülmesi olmuştur. Onun için X. yy sonrası Uygurca yazılmış Maniheist ve Budist yazmalar, Orta Türkçe içinde değerlen¬dirilmiş; Köktürk ve Uygurca devirleri yine de Eski Türkçe dönemi içeri¬sine alınmıştır. Bunda hiç kuşkusuz, A. von Gabain (1901-1993)’in 1941′-de yazmış olduğu Ahıürkische Crammalik (Çeviren: Mehmet Akalın, Eski Türkçenin Grameri, TDK Yayınları, Ankara 1988) adlı eserinin etkisi vardır. Yalnız Gabain, Köktürk ve Uygur harfli yazmaların tamamını Eski Türkçe döneminde kabul ederek değerlendirmeye almıştır.
Türk Dili Tarihi I adlı kitabı ile Türkiye’de bu konuda uzun yıllar tek kalmış çalışmanın sahibi Ahmet Caferoğlu (1899-1975) da Köktürk ve Uygur dönemlerini Eski Türkçe başlığı altında incelemiştir. Daha sonra 1987′deki çatışması ile Nuri Yüce de V1.-IX. yy’lar arasındaki dönemi Eski Türkçe diye adlandırmış, ardından gelen Orta Türkçe dönemini Karahanlı Türkçesi ile başlatmıştır.
İlk Dönemlendirme Çalışmalarında Kullanılan Olgu
Karahanli Türkçesini yeni dönemin başlangıcı olarak göstermek hiç şüphesiz İslâmiyetin kabulünü ölçüt olarak alma düşüncesinden kaynaklanmaktadır, İslâmiyetin kabulünden önceki dönem ‘Eski Türkçe’, sonraki dönem ise ‘Orta Türkçe’ olarak kabul edilmiştir.
Bir dil döne m indirmesinde, bir dili konuşanların kabul ettiği dinin esas alınması ne derece doğrudur? Eski Türkçe dönemi içerisinde her halükârda değerlendirilen Köktürk ve Uygur Türkçeleri zamanında da Budizm, Maniheizm ve Hıristiyanlık gibi birden fazla din kabul edilmiş ve Uygur yazılı ürünleri, bu dinlerin kutsal kitaplarının yazıldığı alfabeler ite yazılmıştı.
Sonraki Dönemlendlrma Çalışmalarında Kullanılan Olgu
Türk dilini dönemlendirmek için son yıllarda yapılan çalışmalar ise buraya kadar saydığımız çalışmalardan farklılık göstermektedir. Bu farklılıkların başında. Eski Türkçe dönemi içinde yer alan yazı dillen ve Orta Türkçe dönemini Eski Türkçe döneminden ayırt edici olgu gelmektedir.
Röna-Tas’ın bu çalışmasında dikkati çeken yan, Karahanlı Türkçesinin, Geç Eski Türkçe döneminin üçüncü alt grubunda değerlendirilmesidir. Diğer bir deyişle, Orta Türkçe döneminin 1200′lerden itibaren, Moğol istilası ile başlatılmasıdır. Türk dilinin yeni bir dönemini başlatmada Röna-Tas’ın seçmiş olduğu olgu, Türklerin İslimiydi kabulü değil Moğol istilasıdır. XIII. yy’da bir dünya sistemi kurmuş olan Moğolların yapmış olduğu istilâlar ile Türk dünyasının farklı yer ve zamanlarında yeni yazı dilleri ve bugünün bağımsız dil grupları oluşmuştu. XIII. yy’dan itibaren Türk dünyasının doğu kanadında ortaya çıkan Türk yazı dili yanında batı kanadında da yeni bir yazı dili daha kendini göstermişti. Bu yüzyılda
Orta Türkçe (X1II.-XX. yy):
Doğuda Harezm ve Çağatay Türkçesi; Batıda Eski Oğuz ve Osmanlı Türkçesi’dir. Orta Türkçe dönemi, XIII, yy’dan itibaren, Moğol istilası ile Türk dünyasının farklı yer ve zamanlarında onaya çıkan edebî dillerin istikrar kazanmaya başlayıp bugünün bağımsız dillerini ve dil gruplarını oluşturduğu dönemdir.
Türk dilini sınıflandırmada Cengiz hareketinin ‘Orta Dönem’ diye tanımlayabileceğimiz belli bir dönemin başlangıcı olarak alınması bizce de son derece isabetlidir, çünkü 840′tan sonra batıya doğru hareketlenen Türk boylarının şekillenmesinde asıl etken, Moğol hareketi olmuştur. Bir bakıma Cengiz (öl. 1227), Orta Asya ve Batı Avrasya’nın bazı yeni unsurlarla da olsa Türkleşmesini sağlamış, ayrıca var ulan clnik-dılsel unsurların yeni oluşumlara dönüşmesine yol açmıştır. Başlıca Türk boylarından Oğuz, Kıpçak ve Uygurların bulundukları yerlerde 1200′lerden önce yerleşmiş oldukları iddiasına karşılık onlara şimdiki görünümlerini veren birleştirici tarihî olayın Cengiz çağı ve onun kargaşa dolu yılları olduğu tarihçilerin ortak görüşüdür.
Orta Türkçe döneminin başlangıcından XV. yy’a kadarki dönem içinde doğuda Harezm Türkçesi ve batıda Eski Oğuz Türkçesi (Eski Anadolu Türkçesi) varken, XV, yy’dan XX. yy’a kadarki dönemde doğuda Çağatayca ve batıda Osmanlıca hâkim olmuştur. Bu iki yazı dili yani Osmanlıca ve Çağatayca XX, yy’m başlarına kadar Türk dünyasının batı ve doğu yakasında devam etmiş, yeni yazı dillenilin elu^ımuyla son bulmuştur.

TÜRK UYGARLIKLARININ KULLANDIĞI ALFABELER

Türkler tarih boyunca birçok alfabe kullanmışlardır. Türkçenin binlerce yıllık geçmişi içinde, alfabe üzerinde değişmeler yaşanması doğaldır. Fakat Türkler, bazen yakın dönemler içinde birden fazla alfabeyi benimsemişlerdir. Bu da dil ve edebiyat çevresinde değişiklikler yaratmış, farklı gelişmeler yaşanmasında etkili olmuştur.
Türklerin farklı alfabeleri kabul etmelerinde türlü nedenler etkili olmuştur. Göktürkler döneminde Türkler’e ait olan, milli alfabemiz Göktürk alfabesini kullanan Türkler; İslam’ın etkisiyle Arap yazısından etkilenmeye başlamıştır. Göktürkler, devlet ortadan kalkana kadar Göktürk alfabesini  kullanmışlardır. Uygurlar, yavaş yavaş müslümanlaşmaya başladıkları için, Arap harflerinin biraz değiştirerek oluşturdukları Uygur alfabesini kullanmaya başlamışlardır. Zaman içinde Uygur alfabesi, Göktürk alfabesinin yerini almıştır. Karahanlı döneminin sonuna kadar bazen iki alfabe birlikte kullanılmışsa bile, Uygur alfabesi baskın olarak kullanılmıştır.
Osmanlı dönemiyle birlikte, Türkler üzerinde Arapların etkisi iyiden iyiye artmış ve Arap harfleri olduğu gibi kabul edilmiştir. Arap alfabesi 6-7 yüzyıl boyunca kullanılmıştır. Bu dönem içerisinde harflerin harekelerinin atılması veya alfabeye yeni harfler eklenmesi gibi Arap alfabesi üzerinde bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu nedenle bu dönem içerisinde kullanılan alfabeye “Osmanlı Alfabesi” demek de yanlış olmayacaktır.







Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte, Türkçenin gerilemesine ve bozulmasına neden olan, Türk dili üzerinde Arapça ve Farsçanın çok büyük bir etkisi olmasına neden olarak görülen Arap alfabesi kaldırılarak; Latin kökenli Türk alfabesi kabul edilmiştir. Gerçekleştirilen dil devrimi sayesinde, Türkçenin ses yapısına daha uygun harfler kullanılmış, Türkiye’deki okur-yazar oranında kısa sürede ciddi artış görülmüştür.
Latin alfabesinin kullanılmaya başladığı dönemde, Sovyet Rusyası’nın baskıcı ve soykırımcı rejmi altında yaşamaya çalışan Türk boyları, zorla Rus alfabesini (kiril alfabesini) kullanmak durumunda bırakılmışlardır. İstemeyerek de olsa, üzerlerindeki baskıcı tutumun etkisiyle Kiril alfabesini kullanmaya başlayan Türkler; ancak Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra kavuştukları bağımsızlıklarıyla birlikte Türk alfabesini (Latin alfabesini) kullanmaya başlamışlardır. Bugün yalnızca Kırgızistan ve Kazakistan gibi birkaç Türk devletinde bu alfabe kullanılmaktadır.
Aşağıda, Türklerin tarih içerisinde kullanmış oldukları beş farklı alfabe hakkında bilgi alabileceğiniz sayfaların bağlantısı bulunmaktadır:

1. GÖKTÜRK ALFABESİ

2. UYGUR ALFABESİ

3. ARAP ALFABESİ

4. TÜRK(LATİN) ALFABESİ

5. KİRİL ALFABESİ

DEYİMLER ATASÖZLERİ VE ŞİİRLER

İLK OLARAK DEYİMLER


Deyimlerin Özellikleri:
1. Kalıplaşmış söz Öbekleridir. Cümle hâlinde olanları da vardır.
a. Kalıplaşmış söz öbekleri biçiminde olan­lar:
Dört elle sarılmak, göz kulak olmak, çorbada tu­zu bulunmak, tere yağından kıl çeker gibi, gün gör­müş, dört gözle beklemek..
b. Cümle durumunda olanlar:
Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Ana usta yufka yapar, çocuk usta çift çift kapar.
Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle. (anla)
Senin aradığın kantar, Bursa’da kestane tartar.
2. Kalıplaşmış sözler olduğundan sözcükle­rinin yerleri değiştirilemez, onların yerine ” eş anlamlı sözcükler” konulamaz.
3. Genellikle gerçek an­lamlı olan deyimler de vardır.
a) Mecaz Anlamlı Olanlar:
bir tasla iki kuş vurmak (bir eylemle iki sonuç elde etmek)
eşeğini sağlam kazığa bağlamak (işini güven altına almak)
gözü gibi sakınmak (Bir zarar gelmesin diye özenle korumak)
iğneli söz (dokunaklı söz)
kafa yormak (bir şey üzerinde çok düşünmek)
b) Gerçek Anlamlı Olanlar:
bin pişman olmak, Hem suçlu hem güçlü, Çoğu gitti azı kaldı, yükte hafif pahada ağır
4. Mastarla biten deyimler cümlede çekimli duruma gelebilir:
burnundan (fitil fitil) gelmek => Burnundan (fitil fitil) geldi.
kendi kendine söz vermek=> Kendi kendime söz verdim.
kokusunu almak=> Kokusunu almış.

ATASÖZLERİNİN ÖZELLİKLERİ
Atasözleri, atalarımızın sosyal yaşantılarını uzun gözlemlere, denemelere dayalı olarak eleştiri, öğüt, genel kural biçiminde yorumlayan özlü sözlerdir. Eski adı (Darbımesel) olan atasözleri, herkes tarafından benimsenen özdeyişlerdir.
Atasözleri, ilk olarak bir kişinin olayları kendine göre değerlendirmesiyle ortaya çıkar. Yeni görüşlerin buna eklenmesiyle halkın benimsediği ortak bir söze dönüşür.
Birbirleriyle çelişen atasözleri de mevcuttur. Günlük hayatta birbirleriyle çelişen durumlar nasıl yaşanıyorsa, bunlar aynen atasözlerine de yansıyor.
Atasözleri kalıplaşmış sözler olduğu için söyleniş şekilleri isteğe bağlı olarak değiştirilemez.
Atasözlerinin özellikleri :
1-Halkın düşüncesini anlatır.
2-Ulusaldırlar.
3-Kişinin ruhuna hitap ederler.
4-Kesin tavırlıdırlar.
5-İnandırıcıdırlar.
6-Geniş halk kitlelerinin yüzyıllardan beri geçirdiği denemelerden ve bu denemelerden oluşan düşüncelerden doğmuşlardır.
7-Yalın sözlerdir,anlatımları açıktır.
8-Doğa olaylarının oluşunu bildirirler.
9-Ahlak aşılarlar,ahlaklı olmayı öğretirler.
10-Bir veya iki cümleden meydana gelirler.
11-Bir çoğunda mecaz vardır.
12-Atasözlerinde söz sanatları vardır.
13-Kelimelerin yerleri değiştirilemez.Değiştirildiği zaman değişik anlamlar ortaya çıkabilir.
14-Denenmiş sözler olduğu için doğruluğu herkes tarafından kabul edilir.

Atasözleri, atalarımızın sosyal yaşantılarını uzun gözlemlere, denemelere dayalı olarak eleştiri, öğüt, genel kural biçiminde yorumlayan özlü sözlerdir. Eski adı (Darbımesel) olan atasözleri, herkes tarafından benimsenen özdeyişlerdir.
Atasözleri, ilk olarak bir kişinin olayları kendine göre değerlendirmesiyle ortaya çıkar. Yeni görüşlerin buna eklenmesiyle halkın benimsediği ortak bir söze dönüşür.
Birbirleriyle çelişen atasözleri de mevcuttur. Günlük hayatta birbirleriyle çelişen durumlar nasıl yaşanıyorsa, bunlar aynen atasözlerine de yansıyor.
Atasözleri kalıplaşmış sözler olduğu için söyleniş şekilleri isteğe bağlı olarak değiştirilemez.
Atasözlerinin özellikleri :
1-Halkın düşüncesini anlatır.
2-Ulusaldırlar.
3-Kişinin ruhuna hitap ederler.
4-Kesin tavırlıdırlar.
5-İnandırıcıdırlar.
6-Geniş halk kitlelerinin yüzyıllardan beri geçirdiği denemelerden ve bu denemelerden oluşan düşüncelerden doğmuşlardır.
7-Yalın sözlerdir,anlatımları açıktır.
8-Doğa olaylarının oluşunu bildirirler.
9-Ahlak aşılarlar,ahlaklı olmayı öğretirler.
10-Bir veya iki cümleden meydana gelirler.
11-Bir çoğunda mecaz vardır.
12-Atasözlerinde söz sanatları vardır.
13-Kelimelerin yerleri değiştirilemez.Değiştirildiği zaman değişik anlamlar ortaya çıkabilir.
14-Denenmiş sözler olduğu için doğruluğu herkes tarafından kabul edilir.

SON OLARAK ŞİİRLERİMİZ

Türkçem



TÜRKÇEM

Beni anlatmaya yetmedi sözler
Ne Arapçada ne Farsçada diller
Özüm sözüm güzel kelimeler
Türkçe Okurum Türkçe yazarım

Karabulut gibi yabancı harfler
Beni nasıl anlatır benim olmayanlar
Özüm sözüm güzel kelimeler
Türkçe okurum Türkçe yazarım

Dil dir milletin yaşam omurgası
Dil anlatır hem sevgiyi hem yası
Türkçem Atamın kültür mirası
Türkçe okurum Türkçe yazarım

Zaferimi destanımı en iyi o anlatır
Buram buram tarih kokar hatırlatır
Türklük kokar her zaman satır satır
Türkçe konuşur Türkçe yazarım

Atamızdan Miras güzel dilimizi
Koruyalım yaşatalım ki, yaşatsın bizi
Sevgiyle okuyup sevgiyle bakalım
Türkçe söyleyip Türkçe yazalım.



Süleyman Karacabey

Türkçe konuşalım türkçe!



Oynanmasın lisanımla
Oynanmasın insanımla
Gece gündüz her anım la
Meşgalemdir gündüz gece
Her kelime hece hece
Türkçe konuşalım Türkçe

İki dil iki insanmış
Bazıları böyle sanmış
Biri Hans biri Hasanmış
Biri cüce biri yüce
Adam gibi Türk ol önce
Türkçe konuşalım Türkçe

Türkçe benim anadilim
Yok olmasın dilim dilim
Canım,cananım, sevgilim
Hem manaca hem şekilce
Denebilir hangi dilce?
Türkçe konuşalım Türkçe

Türkçe benim anadilim
Sahip çıktım sana dilim
Gönlüm senden yana dilim
Dinle, kültürüm iç ice
Kayıp eden hâli nice
Türkçe konuşalım Türkçe

Mikdat der ki sanat dilim
Din, kültüre kanat dilim
Bir çoğuna inat dilim
Önce Türkçe, sonra Türkçe
Savunurum seni Türkçe
Türkçe konuşalım Türkçe!



Mikdat Bal

KAYNAKLAR:






SAYGILARIMLA EMİRCAN GURBETÇİ